Anadolu´da yaşamış büyük velîlerden Eşrefoğlu Rûmî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde Ebülleys-i Semerkandî´den naklen şöyle an*lattı: Bir târihte Bağdât´ta, zenginler hacca gidiyorlardı. Peygamber efen*dimizin aşkıyla yanan bir fakîr de, o sene hacca gitmeye niyet etti ve hac kâfilesiyle yola çıktı. Kâfile hareket etmeden önce, her*kes eşi-dostu ile helâllaştı. Şehir dışına çıkıldığında, zenginlerden biri bir fakîrin de hacca gittiğini görünce; "Bineğin yok, azığın yok. Sen hacca nasıl gide- ceksin? Bâri cebinde birkaç bin altının var mıdır?" diye alay etti. Fakîr, bu zengi*nin alaylı sorusuna çok üzüldü ve; "Allahü teâlâ ne güzel vekîldir. Mahlû*kâtın rızkını o vermektedir. Hepimiz O´nun verdikle*rini yiyoruz." diyerek, zenginin bulunduğu yerden mahzûn bir şekilde ay*rıldı. Hac vazî felerini yapana kadar da o zengine hiç görünmedi. Herkes Mekke-i mükerremeden, Medîne-i münevvereye yola çıktıkları zaman, o zengin, fakîri sağ sâlim tekrar karşısında görünce hayret etti ve; "Komşu, sen de buraya kadar gelip hac vazîfeni yapabildin mi?" diye sormaktan kendini alamadı.
Fakîr de; "Allahü teâlâya sonsuz hamdü se*nâlar olsun. Yüzümüzün ka*rasına bakmayıp, bu mübârek makâmı ziyâ*ret etmeyi nasîb et ti. Geldim, Beyt-i şerîfi tavaf ettim. Sağ sâlim dönüyo*rum." dedi. Zengin; "Hacı efendi! Acabâ sana da berât verdiler mi?" diye sordu. Fakîr; "Bu ne be*râtıdır ki?" dedi. Zengin; "Beyt-i şerîfi ziyâret edenlere, Cehennem´den âzâd olduğuna dâir berât kâğıdı verilir." diye*rek, koynundan herhangi bir kağıt çıkarıp fakîri aldattı. Fakîr, berât kâğı*dının kendisine verilmediğine çok üzüldü. Derhal geriye dönüp Harem-i şerîfe geldi. İki gözü iki çeşme hâlinde, kanlı yaşlar akıtarak çok inledi. Allahü teâlâya kırık bir gönülle duâlar etmeye, yalvarmaya başladı: "Ey âlemleri yaratan yüce Rabbim! Sen herşeye kâdirsin, ganî bir pâdişâh*sın. İhsânların bü- tün kullarına her ân yağmaktadır. Cehennem´den âzâd olup orada in- cinmemeleri için kul*larının bâzısına berat vermişsin. Bu fa*kîr kuluna be- rât verilmedi. Yoksa bu garîb kulun âzâd olmadı mı?" deyip bayıldı. Bay- gın hâlde iken, mânâ âleminden yanına bir kimse gelip; "Ey fakîr! Başını kaldır ve şu berâtını alıp arkadaşlarına yetiş!" diyerek elin*dekini ona verdi. O ânda fakîr ken*dine gelerek ayıldı. Elinde, dünyâ kâ*ğıtlarına hiç benzemeyen, yeşil renkli nûrdan yazıları olan ve misk gibi kokan bir berât kâğıdı vardı. Kâ*ğıdı defâlarca öpüp başına koyan fakîrin sevin- cinden neredeyse aklı gi*decekti. Şükür secdesine kapandı. Öm*ründe hiç görmediği o berâtı, yü*züne ve gözüne sürdü, bağrına bastı ve koynuna sokarak arkadaşlarına yetişmek için hızlı adımlarla yürümeğe başladı. Arkadaşları, geriden fakî*rin geldiğini görünce gülüşmeğe başla*dılar. Yanlarına soluk soluğa gelen fakîre alayla; "Cehennem´den âzâd olma berâtını alabildin mi?" diye sor*dular. Fakîr de koynundan berâtını çıkara- rak; "İşte! Rabbimizin ihsânı olan berâtım!" diyerek, misk kokulu berâtını zengine sunuverdi. Herkes yerinde donakalmıştı. Berâtı alan zengin, nûrdan yazılarla fakîrin Cehennem´den âzâd olduğunu oku*yunca, aklı başından gidip, atından düştü. Bir süre yerde baygın yatan zengini zor ayılttılar. Kendine gelen zengin, kâğıdı öpmeye, misk koku*sunu kokla- mağa başladı.
Kendi ken*dine de; "Vâh, vâh benim boşa ge*çen ömrüme! Keşke ben de bu fakîr gibi sâdık bir fakîr olsa idim. Onun kavuştuğu bu saâdete ben de kavuş*saydım. Bu fakîr, sadâkati sebebiyle bu merte- belere ulaştı. Ben ise zen*ginliğim sebebiyle gurûra kapıldım ve bundan mahrûm oldum. Bütün malımı versem, bu kâğıttakilerin bir nok*tasını alamam" diyerek âh eyledi. Gözlerinden kanlı yaşlar döktü. Fakîr; "Hacı efendi! Berâtım sende kal*sın. Sakla. Ben öldüğüm zaman kefeni*min arasına koyun da kabrimde suâl meleklerine onu göstereyim." dedi. Hacı efendi berâtı büyük bir îtinâ ile koynuna koydu. Uzun yolculuktan sonra evlerine ulaştılar. Zengin olan hacı, berâtı sandığına koydu. Ara*dan günler geçti. Zengin, ticâret için başka memlekete gittiğinde, fakir vefât etti. Yıkayıp kefenlediler, fa*kat berâtını bulup kefenin içine koya*madılar. Fakîrin cenâzesini kabre defnettiler. Ancak birkaç ay geçtikten sonra, zengin ticâretinden döndü. Fakîri sorduğunda; "Sizlere ömür! Sen gittikten sonra vefât etti." dediler.
Zenginin sanki dünyâsı başına yıkıldı. Çok ağladı ve; "O zavallının bende pek kıymetli bir emâneti vardı. Onu yerine getiremedim. Böylece vasiyetini yapamamış oldum. O âhirete göçtü, berâtı ise bende kaldı. Be*râtını yanına koyamadım." dedi. Hemen sandığın yanına varıp ağzını açtı. Fakat berâtı koyduğu yerde bulamadı. Tekrar tekrar aramasına rağ- men yine bulamadı. "Kabrine gidip bakayım. Belki, birisi beratı alıp ona vermiştir." dedi.
Kazma kürek alarak kabre gitti. Mezarını açmak istedi. O anda; "Kabri açma! Biz ona o berâtı verdik, dışarıda bırakmadık!" diyen bir ses işitti. Nereden geldiği belli olmayan bu ses karşısında zengin, düşüp ba*yıldı. Mânâ âleminde fakîri gördü. Fakîr; "Ey hacı efendi! Allahü teâlâ sana selâmet versin. O berât bana verildi. Hamdolsun. Münker ve Nekîr meleklerine gösterdim. Onu görünce sorgu suâl bile etmediler. Bu berâtı almama hacdan dönerken sen sebeb olmuştun. Cenâb-ı Hak senden râzı olsun." deyip kayboldu. Zengin ayıldığında, doğru evine gidip, fakir için hatimler okuttu. Yemekler pişirtip, yetimleri, fakirleri doyurdu."