Peygamber efendimiz zamânında yaşamış büyük velî. İsmi Üveys bin Âmir
el-Karnî'dir. Yemen'in Karn köyünde doğdu. Doğum târihi
bilinmemektedir. 657 (H.37) târihinde şehîd edildi. Peygamber
efendimizin sağlığında müslüman oldu. Fakat görmediği için Sahâbî
olamadı. Peygamber efendimiz zamânında Medîne'ye gelmedi. Tâbiînin
büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfte bildirildi. Hazret-i Ömer'in
halîfeliği sırasında Medîne'ye geldi. Çok alâka ve hürmet gördü.
Önceleri kendi memleketi Yemen'de yaşadı. Sonra Basra'ya gitti.
Veysel Karânî hazretleri, Yemen'de iken deve güder, geçimini onunla
temin ederdi. Geçimi, yaşaması pek sâdeydi. Hasta, âmâ ve ihtiyar
annesinden başka kimsesi yoktu. Güttüğü develer için belli bir ücret
istemez, ne verirlerse kabul ederdi. Fakir olanlardan hiç ücret
almazdı. Aldığının yarısını sadaka olarak fakirlere dağıtır, kalanını
da kendi ihtiyaçlarına ve annesine harcardı.
Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca sevgili Peygamberimizin
aşkı ile yanıp tutuştu. Bir an bile Rabbini unutmadı. Kulluğunda o
dereceye yükseldi ki, her hâli, her hareketi ve her sözü insanlara
ibret ve nasîhat oldu. Kimseden incinmemiş ve kimseyi incitmemiştir.
Onun en önemli vasfı; Peygamber efendimize olan aşkı, ibâdete canla
başla devâmı ve annesine saygısıdır. Annesine çok hizmet edip, hayır
duâsını aldı. Resûlullah efendimizi görmeği çok arzu ediyordu.
Defâlarca Peygamber efendimizi görmek için annesinden izin istedi.
Annesi, kendisine bakacak kimsesi olmadığı için izin veremedi.
Peygamber efendimiz; "Üveys-i Karnî, ihsân ve iyilikte Tâbiînin
hayırlısıdır." buyurdu. Resûlullah efendimiz, zaman zaman mübârek
yüzünü Yemen tarafına döndürür ve; "Yemen tarafından rahmet rüzgârı
estiğini duyuyorum." buyururdu. "Kıyâmette Allahü teâlâ Üveys
sûretinde yetmiş bin melek yaratır ve Üveys'i onların arasında
Arasat'a götürürler. Cennet'e gider ve Allahü teâlânın dilediği
(bildirdiği)nden başka mahlûk hangisinin Üveys olduğunu bilmez."
"Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebî'a ve Mudar kabîlelerinin
koyunları kıllarının adedince kişiye kıyâmette şefâat edecektir."
buyurdu. Arabistan'da bu iki kabîlenin koyunları kadar kimsenin koyunu
olmadığı söylenmiştir. Eshâb-ı kirâm; "Yâ Resûlallah, bu kimdir?"
dediler. Peygamber efendimiz; "Allah'ın kullarından biri." buyurdu.
Biz hepimiz kullarız, ismi nedir? dediler. "Üveys." buyurdu.
Nerelidir? dediler. "Karnlıdır." buyurdu. O sizi gördü mü? dediler.
"Baş gözü ile görmedi." buyurdu. Hayret, size bu kadar âşık olsun da,
hizmet ve huzûrunuza koşup gelmesin! dediler. "İki sebepten: Biri
hallerine mağlubdur. İkincisi ise benim dînime bağlılığından
dolayıdır. İhtiyar bir annesi vardır. Îmân etmiştir. Gözleri görmez,
el ve ayakları hareket etmez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar,
aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar." buyurdu. Biz
onu görür müyüz dediler. Hazret-i Ebû Bekr'e; "Sen onu kendi zamânında
göremezsin." Ama hazret-i Ömer ve hazret-i Ali'ye; "Siz onu
görürsünüz. Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktarı beyazlık
vardır. Bu baras hastalığı beyazlığı değildir. Ona varınca, benim
selâmımı söyleyin ve ümmetime duâ etmesini bildirin." buyurdu.
Veysel Karânî hazretleri gece-gündüz ibâdet ve tâatle vakit geçirirdi.
Kendini halktan gizlerdi. İlk zamanlar herkes ona dîvâne gözü ile
bakıyordu. Sonradan onun büyüklüğünü anladılar, çok ikrâm ve hürmet
göstermeye başladılar. Bunun üzerine, annesinin vefâtından sonra Karn
köyünden çıkıp Kûfe şehrine gitti.
Peygamber efendimizin vefâtı yaklaşınca, hırkanızı kime verelim?
dediler. "Üveys-i Karnî'ye verin." buyurdu. Resûlullah'ın vefâtından
sonra hazret-i Ömer ile hazret-i Ali Kûfe'ye geldiklerinde, Ömer
(radıyallahü anh) hutbe esnasında; "Ey Necdliler, kalkınız!" buyurdu.
Kalktılar. Aranızda Karn'dan kimse var mıdır? buyurdu. Evet dediler ve
birkaç kişiyi ona gönderdiler. Hazret-i Ömer, onlardan Üveys'i sordu.
Biliyoruz. O, sizin bildiğinizden pek aşağı bir kimsedir. Dîvânedir,
akılsızdır ve insanlardan kaçar bir hâli vardır, dediler. "Onu
arıyorum, nerededir?" buyurdu. Arne vâdisinde develerimize çobanlık
yapmaktadır, biz de karşılığında ona akşam yiyeceği veririz, saçı-
sakalı karışıktır, şehirlere gelmez, kimse ile sohbet etmez,
insanların yediğini yemez; üzüntü ve neşe bilmez. İnsanlar gülünce, o
ağlar; insanlar ağlayınca o güler dediler. "Onu arıyorum." buyurdu.
Sonra hazret-i Ömer'le hazret-i Ali, onun olduğu yere gittiler. Onu
namaz kılar gördüler. Allahü teâlâ, develerini gütmesi için bir melek
vazifelendirmişti. Namazı bitirip selâm verince, hazret-i Ömer, kalktı
ve selâm verdi. Selâmı aldı. Hazret-i Ömer; "İsmin nedir?" diye sordu.
"Abdullah, yâni Allah'ın kulu." dedi. "Hepimiz Allah'ın kullarıyız;
esas ismin nedir?" diye sordu. "Üveys" dedi. "Sağ elini göster."
buyurdu. Gösterdi. Hazret-i Ömer; Peygamber efendimiz size selâm etti.
Mübârek hırkalarını size gönderip; "Alıp giysin, ümmetime de duâ
etsin." diye vasiyet buyurdu, dedi.
"Yâ Ömer! Ben zayıf, âciz ve günahkâr bir kulum.
buyur, bu
vasiyet başkasına âid olmasın?" deyince; "Hayır yâ Üveys, aradığımız
kimse sensin. Peygamber efendimiz senin eşkâlini ve vasfını belirtti."
cevâbını verdi.
Bunun üzerine, Hırka-i şerîfi hürmetle aldı, öptü, kokladı, yüzüne
gözüne sürdü. Sonra; "Siz burada bekleyin." dedi. Yanlarından ayrıldı.
Biraz ileride hırkayı yere bırakıp, yüzünü yere koydu. Cenâb-ı Hakk'a
şöyle duâda bulundu:
"Yâ Rabbî! Sevgili Peygamber efendimiz, ben fakir, âciz kuluna hazret-
i Ömer ve hazret-i Ali ile Hırka-i şerîflerini göndermiş." dedi.
Günahkâr olan bütün müslümanların affı için duâ etti. Bir çok günahkâr
müslümanın affolduğu bildirilince, Hırka-i şerîfi hürmetle giydi.
Veysel Karânî hazretleri, kendisine hırka verildikten sonra Yemen'den
Kûfe'ye gitti. Kûfe'ye gittikten sonra çok az kimse onu görebildi.
Görenlerden biri Harem bin Hayyan'dır. Harem bin Hayyan anlatır:
"Üveys'in şefâatinin ne derecede olduğunu bildiren hadîsi işitince,
onu görmek istedim. Kûfe'ye gidip, onu aradım. Nihâyet Fırat Nehri
kenarında abdest alırken buldum. Daha önce hakkında mâlûmâtım
olduğundan onu tanıdım. Selâm verdim. Selâmımı aldı. Bana baktı.
Müsâfeha etmek istedim, elini vermedi. "Allah sana merhamet eylesin,
seni bağışlasın ey Üveys, nasılsın?" dedim. Onu o kadar sevmiştim, ona
o kadar acımıştım ki ağladım. Çünkü çok zayıftı. O da ağladı ve;
"Allah sana hayırlı ömür versin, ey Harem bin Hayyan! Nasılsın ey
kardeşim! Beni sana kim gösterdi?" dedi. İsmimi ve babamın ismini
nasıl bildin ve hiç görmeden beni nasıl tanıdın? dedim. "Her şeyi
bilen ve her şeyden haberi olan bana bildirdi. Rûhum senin rûhunu
tanıdı. Çünkü müminlerin rûhları birbirlerini tanırlar, birbirlerini
görmeseler de!" dedi."
Resûlullah efendimizden bana bir haber ver, dedim. "Ben onu görmedim,
O'nun haberini başkalarından işittim. Hadîs yolunu kendime açmayı
istemem. Muhaddis, müftü veya müzekkir olmayı istemem. Benim
meşguliyetim vardır. Bunlarla uğraşamam." dedi. Bana bir âyet okuyun.
Sizden duyayım dedim. Elimi tuttu. Eûzü besmele okudu ve çok ağladı.
Sonra; "Cinleri ve insanları beni tanımaları, ibâdet etmeleri için
yarattım." (Zâriyât sûresi: 56) "Gökü, yeri ve ikisi arasındakileri
oyun olsun diye yaratmadım." (Enbiyâ sûresi: 16) meâlindeki âyet-i
kerîmeleri okudu. Sonra bir feryad etti. Aklının gittiğini sandım.
Sonra; "Ey Hayyân'ın oğlu, sen buraya niçin geldin?" dedi. Seni
tanımak, seninle sohbet etmek arzusu ile dedim. "Bir kimsenin Allahü
teâlâyı tanıdıktan sonra, herhangi bir kimse ile ahbablık etmek
istemesine hiçbir zaman bir mânâ veremem." dedi. Bana vasiyet, nasihat
et dedim. "Yattığın zaman ölümü yastığının altında bil. Kalkınca da
karşında bulundur. Günahın küçüklüğüne değil, onunla âsî olmaklığının
büyüklüğüne bak! Günâhı küçük tutarsan, onu yasak eden Rabbini küçük
tutmuş olursun. Onu büyük tutarsan, Rabbini büyük tutmuş olursun."
dedi. Nereye yerleşmemi tavsiye edersin? dedim. "Şam'a" dedi. Orada
geçim nasıldır. dedim. "Şüphenin ağır bastığı şu kalbe yazıklar olsun,
nasihat kabul etmez." dedi. Bana bir tavsiyede daha bulun? dedim. "Ey
Hayyân'ın oğlu! Baban öldü, Âdem aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâm,
Muhammed Resûlullah öldüler. Halîfesi Ebû Bekir öldü. Kardeşim Ömer
öldü. Ah Ömer!.. Ah Ömer!.." dedi. Allah sana rahmet eylesin, hazret-i
Ömer ölmemiştir dedim. "Allahü teâlâ, onun öldüğünü bana bildirdi."
dedi. Salevât okuyup, kısa bir duâdan sonra şu vasiyeti yaptı: "Ben ve
sen, ölülerdeniz. Allah'ın kitabını ve onda bildirilen sırât-ı
mustakîmi, doğru yolu elden bırakma ve ölümü bir an unutma! Kavmine ve
akrabâna varınca onlara nasihat et ve Allah'ın kullarına öğüt
vermekten geri durma. Ehl-i sünnete uymaktan bir adım ayrılma ki,
dînini kayıp edersin de haberin olmaz ve Cehennem'e düşersin." Birkaç
duâ daha etti, sonra; "Git Harem bin Hayyan, bir daha ne sen beni gör,
ne de ben seni! Beni duâ ile hatırla, ben de seni duâ ile anarım. Sen
bu taraftan git, ben de şu taraftan gideyim." dedi. Bir zaman onunla
gitmek istedim. Bırakmadı. Gitti, ağlıyordu. Ben de ağladım. Ardından
baktım durdum. Gözden kayboluncaya, şehre girinceye kadar baktım. Hâlâ
ondan bir haber alamadım.
Devamlı ibâdet ve tefekkür hâlindeydi. Devamlı insanlardan uzak yaşar
kimseyle görüşmezdi. "Benimle en çok konuşan, hazret-i Ömer ve hazret-
i Ali'dir." demiştir.
Veysel Karânî hazretleri Mekke'de hac yapıp, Medîne'ye gidince, işte
Resûlullah'ın türbesi burasıdır diye kendisine gösterildi. Kendinden
geçerek düşüp bayıldı. Ayılınca; "Beni buradan götürün. Resûlullah
efendimizin medfûn bulunduğu bir beldede benim için yaşamanın tadı
olmaz." buyurdu.
Rebî' bin Haysem anlatır: Üveys'i görmeye gittim. Sabah namazında idi.
Bitirdi, tesbihlerin sonuna kadar bekleyeyim dedim. Kuşluğa kadar
kalkmadı. Kalktı kuşluk namazı kıldı. Öğle oldu, öğleyi kıldı.
Velhâsıl üç gün namazdan kalkıp, dışarı çıkmadı. Yemedi, uyumadı.
Dördüncü gece ona kulak verdim. Gözüne uyku gelmişti. Derhal münâcaâta
başladı ve; "Yâ Rabbî, çok uyuyan gözden, çok yiyen karından sana
sığınırım." dedi. Bana bu yeter dedim ve hâlini bozmadan kalkıp
gittim.
Geceleri hiç uyumazdı. Bir gece; "Bu gece kıyâm gecesidir." dedi.
Diğer gece, "Bu gece rükû gecesidir." Öbür gece, "Bu gece secde
gecesidir." dedi. Bir geceyi kıyâm, bir geceyi rükû, bir başka geceyi
de secdeyle geçirdi. "Ey Üveys, bu kadar uzun geceyi bir hâlde
geçirmeye nasıl katlanıyorsun?" dediklerinde; "Secdede, sabah oluyor
da, ben hâlâ bir kere Sübhâne Rabbiyel a'lâ diyemem. Halbuki üç tesbih
sünnettir. Bunu yapamamamın sebebi, meleklerin ibâdetini yapmak
istememdir. Buna ise gücüm yetmemektedir." dedi.
Kendisine, namazda huşû nedir? dediklerinde; "Böğrüne iğne batırılsa,
namazda duymamaktır." dedi. Kendisine nasılsın? dediler: "Sabahleyin
kalkıp, akşama sağ çıkacağını bilmeyenin hâli nasıl olur?" dedi. İş
nasıldır? dediler. "Ah, yolun uzaklığından azıksızlıktan, ah!" dedi.
Birisi Veysel Karânî hazretlerini ziyârete gitti. Ona hitâben; "Ey
Allahü teâlânın sevgili kulu! Bana bir nasîhatta bulun?" dedi. Veysel
Karânî hazretleri; "Allahü teâlâyı bilir misin?" Evet bilirim. "Öyle
ise, Allahü teâlâdan gayri şeyleri unut. Bu yetişir." buyurdu.
Yâ Üveys, bir nasihat daha söyle! "Allahü teâlâ seni bilir mi?" Evet
bilir. "Öyle ise, Allah'tan gayrisi seni bilmesin. Allahü teâlânın
bilmesi senin için kâfidir." dedi.
Veysel Karânî hazretlerini çocuklar bâzan taşa tutardı. O ise
çocuklara; "Yavrucaklar mutlaka beni taşa tutmanız gerekiyorsa, hiç
olmazsa küçük taş atın da ayaklarımı kanatıp namaz kılmakta bana
zorluk olmasın." derdi.
Veysel Karânî bir defasında üç gün üç gece yemek yememişti. Dördüncü
gün sabahı dışarı çıktı. Yolda bir altın para gördü. Bir kimseden
düşmüştür deyip, almadı. Açlığını gidermeye çalışırken, bir koyunun
kendisine doğru geldiğini gördü. Koyun, ağzında o bir altınla önünde
durdu. Bir kimsenin olabilir deyip, yüzünü çevirdi. Koyun dile gelip;
"Ben de, senin kulu olduğun zâtın kuluyum. Allah'ın rızkını Allah'ın
kulundan al." dedi. Altını almak için elini uzatınca, onu eline
bıraktı ve koyun kayboldu.
Buyurdu ki:
"Allahü teâlâyı tanıyana hiçbir şey gizli kalmaz."
"Ey insan bu fâni hayatta Allah korkusunu kalbinden çıkarma! Kurtuluş
çâresi O'na itâattedir."
"Yüksekliği aradım, tevâzuda buldum. Başkanlık aradım, halka nasihatta
buldum. Neseb aradım, takvâda buldum. Şeref aradım, kanâatte buldum.
Rahatlık aradım, zühdde buldum. Zenginlik aradım, tevekkülde buldum."
Veysel Karânî hazretlerine Peygamber efendimiz tarafından hediye
edilen Hırka-i şerîf, Van civârında İrisân Beylerine kadar gelmiş ve
1618 senesinde, Osmanlı pâdişâhlarından Sultan İkinci Osman Hana
getirilip hediye edilmiştir. Sultan Abdülmecîd Han, bu Hırka-i şerîf
için Fâtih civârında Hırka-i Şerîf Câmisini yaptırmıştır. Günümüzde bu
hırka, her sene Ramazan ayında camekân içinde halkın ziyâretine açık
tutulmaktadır.
KEFEN
Veysel Karânî hazretlerine; "Şuracıkta bir adam var. Otuz senedir, bir
mezar kazdı, kefenini giydi, o kabrin başında oturmuş ağlar, gecesi
gündüzü yok" dediler. "Beni oraya götürün." buyurdu. Veysel Karânî'yi
onun yanına götürdüler. Sararmış, zayıflamış, kurumuş, gözleri
ağlamaktan çukurlaşmış halde idi. "Ey kişi, bu kabir ve kefen, seni
otuz senedir, Allah'dan alıkoydu. Sen Allah'ı düşünecek, zikredecek
yerde, hep kefeni ve kabri düşündün." buyurdu. O kişi, onun nûruyla o
tehlikeyi kendinde gördü. Feryâd ederek o kabre düşüp can verdi.
1) Hilyet-ül-Evliyâ; c.2, s.87
2) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.27
3) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.364
4) Tezkiret-ül-Evliyâ; s.12
5) El-A'lâm; c.2, s.32
6) Tabakât-ı İbn-i Sa'd; c.6, s.161
7) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1160
Eshâb-ı Kirâm; (6. Baskı) s.405
9) Mektûbât-ı Rabbânî; c.1, mektup, 222, 270
10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.74